İBN HALDUN’UN MUKADDİMESİ’NİN TARİH FELSEFESİNDEKİ YERİ ve SOSYAL BİLİMLER AÇISINDAN ÖNEMİ
I- GİRİŞ
1332 yılında Tunus’da doğan İbn Haldun çağının tüm ilimlerini kapsayan geniş bir eğitim almıştır. Takiben devlet idaresi ve siyasi kademelerde görevler yapmış, bu sayede kazandığı deneyim ve gözlem yeteneği onun ileride tarih, toplum ve felsefe konularındaki çalışmalarına yön vermiştir.
Bu yazımızda İbn Haldun’un en tanınmış eseri olan Mukaddime’nin tarih felsefesindeki yeri ve başta sosyoloji olmak üzere diğer sosyal bilimler açısından taşıdığı önem üzerinde durulacaktır.
II- İBN HALDUN’UN MUKADDİMESİ’NİN TEMEL ÇERÇEVESİ
İbn Haldun’u temel eseri kabul edilen Kitabul İber, Araplar ve Berberilerle birlikte bunların çağdaşı diğer kavimleri içine alan bir dünya medeniyetleri tarihi özelliği taşımaktadır. Kitabın girişi ve birinci bölümü olarak yazılan Mukaddime ise zaman içerisinde ana kitabın önüne geçmiş, büyük bir tanınırlığa ulaşmıştır.
İbn Haldun Mukaddime’nin tarih ilminin faziletini, tarihte takip edilen usullerin değerlendirilmesini ve tarihçilerin hata yaptıkları noktaları konu aldığını ifade etmiştir. (İbn Haldun, 2007:161)
İbn Haldun tarih konusunda çalışmalarını iki nedene bağlamıştır: Mağrib tarihi konusunda bilgi eksikliği hissetmektedir. Diğer taraftan kendisinden önce yazılmış tarih kitaplarındaki yöntemlere ilişkin eleştirileri bulunmaktadır. Bu eleştirel tutumu onu, tarihin ne olduğu ve yöntemi üzerinde düşünmeye ve yeni bir tarih yaklaşımı geliştirmeye yöneltmiştir. (Dağ ve Aydın, 2020: 522)
İbn Haldun zahiri (dış görünüş) ve batıni (iç görünüş) olmak üzere iki tarih kavramından bahsetmiştir. Zahiri tarih eski zamanlardan, devletlerden ve önceki çağlarda meydana gelen vakalardan haber vermekten daha fazla bir şey değildir. (İbn Haldun, 2007:158)
Zahiri tarihte olaylar, aralarında hiçbir nedensel bağ yokmuş gibi sunulmakta, konu rivayet yolu ile anlatılmakta, araya yalan haberler girmekte, rivayetler akılsal eleştiriye tabi tutulmamaktadır. Bu tür bir tarih yapmanın; görüş ve mezheplere aşırı bağlılık, nakilcilere kolayca güvenme, haberin nakledilişinin arkasındaki amacı bilmeme, yüksek makamları övme ve dalkavukluk, kendi eylemlerini meşrulaştırmada araç olarak kullanma, olayın bütününü görememe, toplumsal hayatta gerçekleşen olayların kendine özgü doğalarını bilmeme ve bu sebeple de aklın süzgecinden geçirememe gibi çeşitli sebepleri vardır. (Dağ ve Aydın, 2020: 522-527)
İbn Haldun zahiri tarih kavramının karşısına; düşünmek, hakikati araştırmak ve olan şeylerin sebeplerini bulup ortaya koymak anlamında batıni tarih kavramını getirmiştir. Olan şeylerin ilkelerinin ince, olayların keyfiyet ve sebepleri hakkındaki bilginin derin olduğunu ifade ederek, tarihin asil ve hikmette (felsefe) soylu bir ilim olduğunu, bu sebeple de hikmet grubunu teşkil eden ilimlerden sayılmayı hak ettiğini ifade etmiştir. (İbn Haldun, 2007:158)
Rivayete odaklı tarih biliminin bu rivayetlerden kurtarılarak felsefi bilimlerin içine katılabilmesi için İbn Haldun tarih yazımında dikkate alınması gereken çeşitli ilkeler belirlemiştir:
Evrende her şey nedenler ve sonuçlar olarak birbirlerine bağlıdır. Bütünsel olarak varlığın doğası dikkate alınmalıdır. İnsanın kurduğu ümranın; evrenle, coğrafyayla, iklimle, insanın yetileriyle, psikolojik, toplumsal ve ekonomik örgütlenme ve eğitimle olan ilişkisi bir arada değerlendirilmelidir. Olaylar arasındaki nedensel bağlar incelenmelidir. İnsan toplumsal ve siyasal bir varlıktır. Tarihle siyasetin köklü bir bağı vardır. Siyasetin ilkeleri bilinerek tarihi olgular araştırılmalıdır. Zaman geçerken toplumlar değişmektedir. Tarihsel süreç incelenirken toplumsal değişim de göz önünde bulundurulmalıdır. Ümran içerisindeki olgular doğaları gereği zorunlu, mümkün ve imkânsız olarak üçe ayrılır. Bir haber ele alınırken bu üç kategoriye göre değerlendirilip imkânsız olan elenmeli, mümkün olayların aktarıcısının güvenilirliği araştırılmalıdır. Geçmiş ile yaşadığımız an kıyaslanmalı, benzerlikler, farklılıklar ve bunların nedenleri araştırılmalıdır. (Dağ ve Aydın, 2020: 527-531)
İbn Haldun Mukaddime’de ortaya koyduğu tarihsel yöntemin dayanaklarını araştıran, sosyal olayların özlerini, doğalarını inceleyip ortaya koyan ümran ilmini geliştirdiğini ifade etmiştir. Ümran; inşa etmek, mamur hale getirmek, yerleşik düzende yaşamak ve benzeri anlamlara gelir ve toplumsal yaşamı, toplumsal yaşama biçimlerini ifade eder. (Özlem, 2019: 42) Ümran ilmini de uygarlık bilimi veya yeryüzünde insan topluluklarının kurduğu medeniyetleri inceleyen bilim şeklinde tanımlamak mümkündür.
Ümran bedevi ve hadari olarak iki gruba ayrılır. Bedevi ümran ovalarda, yaylalarla, hayvanların otlamasına elverişli olan bozkırlarda ve çöllerin çevrelerinde bulunur. Hadari ümran ise şehirlerde, kasabalarda, kentlerde ve köylerde yerleşiktir. Buralara oturmaktan maksat yerleşme yerlerindeki surlada korunmak, savunmak ve barınmaktır. (İbn Haldun, 2007: 209) Toplumların hayat tarzlarındaki bu farklılık esasen geçim yollarındaki farklılıktan ileri gelmekte, çiftçilik ve hayvancılık insanları doğal olarak bedeviliğe sevk etmekte, zenginlik ve refah arttıkça insanlar şehir ve kasabalar inşa edip, buralara yerleşmekte ve hadari yani yerleşik hayata geçmektedir. (İbn Haldun, 2007: 323-324)
Îbni Haldun bu iki terimi insanî toplumsal hayatın evriminin iki ana aşaması olarak önermektedir. Bedevi umrân bu gelişim sürecinde önce gelen, kendisinden kalkılandır; hadari umrân ise sonradan gelen, kendisine varılandır. Bütün insan toplumları birincisinden ikincisine giderler. (Arslan, 2002: 98)
İnsanlar toplum halinde, bir arada yaşarlarken birbirleri ile dayanışma içerisinde olmaları gerekir. Bir grubun üyelerini yakınlık duyguları ile birleştiren, onları dış bir tehlike karşısında savunmaya ve korumaya iten, ayrıca bu grup reisine kendisine karşı duyulan büyük saygıdan doğan temelde "ahlâkî" diyebileceğimiz otoritesini veren şeye İbn Haldun "asabiye" adını vermektedir. (Arslan, 2002: 110)
Asabiyeti; bireyi topluma bağlayan düşünsel, duygusal ve psikolojik bir bağ, grup duygusu veya aidiyet hissi olarak tanımlamak ve temelde sosyal hayatın birleştirici gücü olarak nitelemek de mümkündür. (Batur, 2019: 99)
İbni Haldun'a göre bedevi umrân; içinde henüz mülkün, yani devletin ortaya çıkmadığı, onun ancak taslak biçimlerinin (riyâsa) görüldüğü bir umrândır. Bedevi toplum tarzında yönetim tarzı riyasettir. Riyaset asabiyet temeline dayanır. Buna karşılık hadarî umrân, devletle özdeştir.
Bundan ötürü bu birinciden ikinciye geçiş, "riyaset"ten "mülk"e, kabile reisliğinden hükümdarlığa geçiş olarak da düşünülebilir. (Arslan, 2002: 106)
İbn Haldun’a göre bedevilerden asabiyet bağı güçlü olanlar devlete evrilebilecektir. Asabiyetin de ulaşmayı hedeflediği nihai gaye mülk yani saltanattır. Mülk tek elden yönetime dayalı kalıcı bir devlet örgütlenmesidir. Asabiyet bağı hedefine ulaşıp devlet kurulduğunda yani mülk ortaya çıktığında toplumdaki insanları birbirlerine bağlayacak başka bağlar gerekecektir. Bu bağlar din duygusu ve hanedanlıktır. Din ve hanedanlık bağı farklı soylara ve asabiyetlere bağlı insanları bir arada tutacaktır. (Dağ ve Aydın, 2020: 540, Şenol, 2012:67)
İbn Haldun uygar yaşamı bedevilikten hadariliğe, riyasetten mülke doğru bir geçiş olarak görmektedir. Devlet de uygar yaşamın işbölümü ve dayanışma temelinde örgütlenmiş halidir. Devletler de aynı insanlarda olduğu gibi doğar, büyür, yaşar ve ölürler. İlk nesil savaşçı, çetin yaşam şartlarına göğüs gerebilecek özellikler taşır. İkinci nesil yerleşik hayata geçip refah ve bolluğa alışır. Üçüncü nesil rahat yaşamın etkisi ile asabiyetini kaybeder. Devlet de zayıflar. İbn Haldun her bir nesile 40, her devlet ve umrana da 120 yıl ömür biçer. (Dağ ve Aydın, 2020: 544)
III- İBN HALDUN’UN DÖNGÜSEL TARİH ANLAYIŞI
İbn Haldun’a göre her toplumun içinde yaşadığı aşamalar, o topluma ait asabiyetin ortaya çıkışı, dayanışma ve birliktelik bilincinin gelişmesi ve nihayet çözülüp yok olması aşamasıdır. Bu aşamalar tam bir döngüsel süreç halinde kendisini gösterir. Ümran ilmi tarihçilere tarihsel olayların döngüsel zorunluluğunu göstermektedir. Onun tarih felsefesi Hristiyan ve İslam çizgisel tarih anlayışı ile de karşıtlık içindedir. (Özlem, 2019: 47)
IV- MUKADDİME’NİN TARİH FELSEFESİ ve SOSYAL BİLİMLER YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
İbn Haldun Mukaddime’de kendisinden önceki tarihçilerin kullandıkları yöntemi eleştirerek yeni bir tarih metodolojisi ortaya koymaktadır. Esasen bir tarihçi olarak nitelendirebileceğimiz İbni Haldun’un tarihsel olayları incelemek için geliştirdiği kuramsal yaklaşım onun tarih felsefesi tarafını ön plana çıkarmaktadır. Bu kuramsal yaklaşımın temel dayanağı olan ilmi umran kavramsallaştırması ise onun toplumsal ve tarihsel bir varlık olarak insana yönelmesine, toplum içerisinde ortaya çıkan hemen her olguyu gözlemleyip araştırma konusu etmesine neden olmuştur. (Dağ ve Aydın, 2020: 521)
Umran ilmi alanının temel konularını; toplumsal olaylar, toplumdaki örgütlenme birimleri, insan toplumlarının evrimi, bu evrim sırasında içerisinden geçilen ve farklı karakterle taşıyan toplumsal aşamalar, bu aşamalarda gerçekleştirilen insan faaliyetleri ve tesis edilen kurumlar oluşturacaktır. Bu tür bir ilmin günümüz sosyolojisinin ve genel olarak sosyal ilimlerin ele aldığı konuları kapsadığı görülmektedir. İbni Haldun’u günümüzün sosyolojisi ve hatta sosyal bilimleri denebilecek türden bir ilim kurmaya götüren neden ise tarih bilimi ve onunla ilgili bazı eleştiri ve kaygılarıdır. (Arslan, 1983: 9) Bu durum İbn Haldun’un sosyolog yönünü ve sosyoloji bilimine katkısını açığa çıkartmaktadır.
Öte yandan İbn Haldun’un, Aristoteles’in etkisi ile tarihi ve sosyal olayları zaman ve mekana bağlı olarak değişmeyen varlık kapsamına girmediklerinden bilimin dışında bırakan anlayışa
karşı çıkarak sosyal ve tarihi olayların da bilimin konusu olabileceğini göstererek sosyal bilim felsefesi yaptığının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. (Bayrakdar, 2019: 140)
V- SONUÇ
İbn Haldun’un Mukaddime adlı eserinde tarih alanına bilimsel yeni bir metodoloji önererek tarih felsefesine, tarihi ve sosyal olayların biliminin yapılabileceği iddiasından hareketle sosyal bilimler felsefesine katkıda bulunduğunu, tarih çalışmalarına dayanak aldığı ümran ilmi yaklaşımı ile aynı zamanda sosyoloji biliminin de temellerini attığını söylemek mümkündür.
KAYNAKÇA
Arslan, A. (1983), “İbni Haldun ve Tarih”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 1/1: 9-30.
Batur, B. (2019), “Bilim Tarihinde Bir Dönemeç: İbn Haldun’da Sosyal Bilim Düşüncesinin Doğuşu”, ANTAKİYAT/Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2/1: 90- 115.
Bayrakdar, M. (2019), İslam Felsefesine Giriş, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Dağ, M., Aydın, H. (2020), Ortaçağ İslam Kültüründe Felsefe, İstanbul: Bilim ve Gerçek Kitaplığı.
İbn Haldun (2007), Mukaddime 1, İstanbul: Dergah Yayınları.
Özlem, D. (2019), Tarih Felsefesi, İstanbul: Notos Kitap.
Şenol, H. F. (2012), Tarih Felsefesi- I, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Yorumlar
Yorum Gönder